Ceza
muhakemesi binlerce yıllık birikim sonucunda oluşmuştur ve asıl amacı suç
işleyenleri mutlaka cezalandırmak suretiyle toplumun menfaatlerini korumaya
çalışmak, diğer yandan suçsuzların cezalandırılmasını önlemek suretiyle sanığın
menfaatlerini garanti altına almaya çalışmaktadır. 1 Ancak ceza
muhakemesi bu amacını gerçekleştirirken toplumda en az kaygı ve tedirginlik
yaratmakla yükümlüdür. Bu yüzden ceza muhakemesi tarihsel gelişiminde bu amaca
göre “doğruluğa ulaşmak için her yol geçerlidir” amacından vazgeçmiş ve bunun
yerine hukuk eliyle belirlenmiş “kanuni muhakeme” metodunu benimsemiştir.
Ceza Muhakemesinin bu amacına ve “kanuni
muhakeme” metodunu benimsemesine göre kişilere yapılacak muhakeme işlemleri
sırasında, soruşturma aşamasında şüphelinin, kovuşturma aşamasında sanığın,
ihlal edilemez hakları vardır. Bu haklar doğrudan doğruya milletlerarası
anlaşmalar ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’sı içinde düzenlenmiş ve hangi
şartlar altında sınırlandırılabileceği belirtilmiştir. Bu sınırlamalar
anayasamızın 13.maddesine dayanarak
ancak kanunla sınırlandırılabilir2.
Anayasal düzlemde tanınan bu hakların ceza
yargılama ve muhakeme işlemleriyle ilgili olanları Ceza Muhakemesi Kanunu madde
147’de açıkça belirtilmiş olup, kişilerin bu haklarının hatırlatılmaması veya
hatırlatılsa dahi şüpheli kişinin haklarını kullanmak istemesine rağmen söz
konusu hakların hiçe sayılarak ifadeye
devam olunması Yargıtay tarafından mutlak bozma sebebi sayılmıştır. 3
Ancak kişiler
Hukuk kurallarının, gerek yazılış biçim ile dili ve gerekse çok sayıda olması
nedeniyle haklarının ne olduğunu tam olarak bilememekte veya bir muhakeme
işlemi sırasında bu haklarını gerek panik, gerek yorgunluk, gerek korku veya
gerekse o andaki herhangi başka bir şok sebebiyle unutabilmekte veya akıllarına
getiremeyecek durumda olabilmektedirler. Bu durumda kişilere haklarının
hatırlatılması ve o haklarının taraflarınca kullanılmasının en temel
özgürlükleri olduğunun belirtilmesi gereklidir. Zira Anayasanın 19.maddesinin
5.fıkrası “yakalanan ve tutuklanan kişilere yakalama veya tutuklama sebepleri
ve haklarındaki iddianameler herhalde yazılı ve bunun hemen mümkün olmaması
halinde sözlü olarak derhal, toplu suçlarda en geç hakim huzuruna
çıkarılıncaya kadar bildirilir.” diyerek kişilik haklarının ve kişilerin o anda
kullanabileceği haklarının hatırlatılmasının ve öğretilmesinin ne kadar hayati
olduğunu vurgulamıştır.
Günümüzde
matbu bir belge ile kişilere CMK madde 147/1 c,d,e,f bendlerinde sayılan
hakları hatırlatılmakta, ancak o hakların kullanılmasının en temel özgürlükleri
olduğunun bilinci verilmemektedir. Bu
sebeple şüpheli ifadesi alınırken bu haklarını kullanmaya çekinebilmekte ve
kendini baskı altında görebilmektedir. Eğer ceza muhakemesinin amacı gerçekten
toplumda en az endişe ve karmaşaya yol açacak şekilde gerçeğe ulaşmak ise bu söz
konusu koşul altında ifade veren bir kişinin haklarının ihlal edildiği ve o
kişinin bir nevi baskı altında ifade verdiği bir gerçektir, ki bu kişiyi baskı
altına alma durumu bile başlı başına CMK 148’e göre ifade sırasında yasak olan
usullerden birisidir.
O
halde Savcılık makamında alınan ifade sırasında hakların hatırlatılması tek
başına yeterli olmamakta aynı zamanda bu haklarının ne olduğunun tam olarak
öğretilmesi, ne anlama geldiğinin hiç bir yanlış anlamaya yer vermeyecek
şekilde ifade edilmesi gerekmektedir. Söz konusu ifade şekli hakların
kullanılmasını bir bakıma teşvik etme amaçlı olmalı ve kişinin haklarının ne
olduğunun tamamen farkında olduktan sonra müdafi isteyip istemediği
sorulmalıdır. Ve alınan cevap aynen şüpheli kişinin ağzından çıktığı şekilde
yazılmalıdır.
Kaldı ki, Yakalama İfade Alma ve Gözaltına Alma
Yönetmeliği madde 6 fıkra 5’te:
“Yakalanan kişiye, suç ayrımı gözetilmeksizin yakalama sebebi ve hakkındaki iddialar ile susma ve müdafiden yararlanma, yakalanmaya itiraz etme hakları ile diğer kanunî hakları ve itiraz hakkını nasıl kullanacağı, herhâlde yazılı, bunun hemen mümkün olmaması hâlinde sözlü olarak derhâl bildirilir.” diyerek, kanuni hakların bildirilmesinin açıkça, sözlü ve aydınlatma şeklinde olması gerektiği belirtilmiştir.
“Yakalanan kişiye, suç ayrımı gözetilmeksizin yakalama sebebi ve hakkındaki iddialar ile susma ve müdafiden yararlanma, yakalanmaya itiraz etme hakları ile diğer kanunî hakları ve itiraz hakkını nasıl kullanacağı, herhâlde yazılı, bunun hemen mümkün olmaması hâlinde sözlü olarak derhâl bildirilir.” diyerek, kanuni hakların bildirilmesinin açıkça, sözlü ve aydınlatma şeklinde olması gerektiği belirtilmiştir.
Eğer hakkında yakalama kararı çıkartılmış bir
kişinin, savcılığın davetiyle gelmiş bir kişiden daha kötüniyetli olabileceğini
düşünürsek ve buna rağmen yakalama kararı çıkartılan kişiye bile haklarını açık
açık öğretici şekilde bildirmek yönetmeliğe göre bir zorunluluksa, doğal olarak
davet üzerine gelen iyiniyetli kişiye de bu haklarını aynı şekilde öğretmek bir
zorunluluktur.
Söz konusu öğretme işlemi yapıldıktan sonra oldukça
önemli olan başka bir nokta ise kişinin tüm beyanlarının aynen ağzından çıktığı
gibi yazılmasıdır. Zabıt katibi şüpheli kişinin konuşmalarını düzeltmemeli,
aksine aynen duyduğunu tutanağa geçirmelidir. Bu noktada ortaya çıkabilecek
problemlerin başında şüpheli kişinin kullanacağını yada kullanmayacağını
bildirdiği hakların ifade tutanağına geçirilmemesi veya geçirilmesinin
unutulmasıdır. Bu sebeple ifade tutanağına, yapılan tüm konuşma ile
soru-cevaplar aynen ve hemen geçirilmelidir. Aksi davranış ifade tutanağının
yanlış veya eksik yazılmasına yol açabilir. Bu eksik veya yanlış yazım ifade
tutanağının bir “tespit aracı” niteliğini yitirmesine yol açacaktır.
Bir kişinin savcılık ifadesi sırasında hakları
hatırlatılmış ve buna binaen müdafi talebi sorularak hayır cevabı alınmışsa bu
soru ve cevap aynen tutanağa geçirilmelidir. Bu durumun aksine bir davranış
doğal olarak ifade tutanağında yer almayacağı için ifade sırasında
gerçekleşmemiş sayılacaktır. Bu şahsın
müdafi isteyip istemediğini bilmek daha sonra mümkün olamayacaktır. Eğer bu
şahıs müdafi istemiş ancak müdafi getirilmeyerek bu hususta hiçbir şekilde
tutanakta yer almamışsa, yani şüpheli kişinin alenen savunma hakkı elinden
alınmışsa bu hususun belli olacağı yer ifade tutanağı olacaktır. Bu sebeple ifade tutanağına “müdafi istiyor
musunuz?” sorusu ve bu soruya verilen olumlu ya da olumsuz cevap açık ve net
olarak geçirilmelidir.
Kaldı ki, Yakalama, Gözaltına Alma Ve İfade Alma
Yönetmeliği EK-D başlığı altında ifade tutanağı matbu şekilde verilmiş ve
içinde şu metne yer verilmiştir:
Bu noktada
kişiye isnat edilen suç açıkça anlatılmış ve bunun sonunda hakları
hatırlatılmış ise yapılacak ilk şey kişiye haklarını kullanmak isteyip
istemediğinin sorulması olmalıdır. Bu soru sorulmadan doğal olarak söz konusu
olayla veya suç şüphesiyle ilgili olarak bilgi alma aşamasına geçilemez. Bunun
iki mantıki sebebi vardır:
1.Sebep kişi
“susma hakkı”nı kullanırsa doğal olarak zaten “ifade alma” aşamasına geçilemez.
2.Sebep ise kişinin
haklarını kullanmasına fırsat dahi vermeden hemen olayın esası ile ilgili soru
sorarak acele bir şekilde ifade almak kişinin Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesinden doğan savunma hakkının ihlalini doğuracaktır.
İşte
bu ve belirttiğim diğer sebeplerle ilgili yönetmeliğin EK-D başlığı altında
düzenlenen matbu ifade tutanağının içinde “soruldu” kısmının, kişinin, CMK 147’de
belirtilen haklarını kullanmak isteyip istemediğini sorduğunu anlamak gerekir.
Buna göre şüpheliye haklarını kullanmak isteyip istemediğini sormak yönetmelik
gereğince hukuki bir zorunluluktur ve bu soru ile cevabının ifade tutanağında
yer almaması hukuka aykırılık teşkil edeceğinden ifade tutanağının iptalini
gerektirmektedir. İfade tutanağının iptali, kişiye karşı bu ifade tutanağında
yazan ifadenin kullanılamaması ve mahkemece esasa konu alınamaması anlamına
gelmektedir.
YAZAN: İSMAİL
DENİZ HATİPOĞLU
Kaynak:
1-TOROSLU-FEYZİOĞLU , Ceza Muhakemesi Hukuku (mayıs 2011),
Sf:6
2-Anayasa ilgili maddeler: 13,14,15,16,17,18
19,20,21,22,23,27,28,33,34,35
3- YARGITAY 5. Ceza Dairesi 2008/7207 E.N , 2009/210 K.N.
3- YARGITAY 5. Ceza Dairesi 2008/7207 E.N , 2009/210 K.N.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder