THOMAS MORE’UN HAYATI
Thomas More, 1478’de Londra’da doğar. 8 yaşında girdiği St. Anthony
okulundan sonra, o yıllarda çocukların bilgi ve görgülerini daha iyi aktaracaklarına
inanılan başka ailelerin yanına verilmeleri geleneğine uygun olarak babası onu
bir kardinalin evine verir. Burada çağın önde gelenlerini yakından tanımanın
yanında birçok alanda bilgisini geliştirme olanağı bulan More, 14 yaşında
kardinal tarafından Oxford’a gönderilir.
Grocyn,
Colet, Linacre gibi devrin tanınmış hümanistlerinin öğrencisi olmuştur. Bu
okulda Latince ve Yunancasını ilerleten More, Yunanca eğitime düşman olan din
adamları karşısında akademisyenlerle öğrencileri korumak amacıyla iki okulun
adli işlerine bakan kuruma girer. Oxford’da Yunanca ve felsefeyle ilgili
çalışmalarını sürdürmek istemesine rağmen babasının onu kendi mesleğine
yönlendirmek istemesi sonucu New Inn ve Lincoln’s Inn’de hukuk öğrenimi yapıp,
23 yaşında baroya girer. Bu tarihten itibaren, 4 yıl boyunca, dönemin aynı
zamanda bilgi merkezleri olan manastırlardan birinde, kendini yoğun
çalışmalarına verir. Bir süre sonra rahiplikten vazgeçerek kendini ailesine
adar. Çağının aile anlayışının çok ötesinde bir kavrayışa sahip olan More,
kadınların da tıpkı erkekler gibi eğitilmesi ve toplumda onlarla eşdeğerde
sorumluluklar alabilmesi taraftarıdır.
Bunun üzerine 1504'te parlamentoya girdi.
Bu sıralarda Hollandalı yazar Erasmus ile olan arkadaşlığı iyice gelişti.
1517'de kralın hizmetine girdi.
Giriştiği başarılı bir diplomatik görev ardından şövalye unvanı aldı ve yardımcı veznedar ilan edildi. Kralın kişisel danışmanı olarak kariyeri parlamaya devam etti. Kral VIII. Henry'nin evlilikleriyle ilgili konularda ona yeterince yardım edemeyen Lordlar Kamarası başkanı Kardinal Wolsey'i istifaya zorladıktan sonra yerine Thomas More'u Lordlar Kamarası başkanı ilan etti.
Giriştiği başarılı bir diplomatik görev ardından şövalye unvanı aldı ve yardımcı veznedar ilan edildi. Kralın kişisel danışmanı olarak kariyeri parlamaya devam etti. Kral VIII. Henry'nin evlilikleriyle ilgili konularda ona yeterince yardım edemeyen Lordlar Kamarası başkanı Kardinal Wolsey'i istifaya zorladıktan sonra yerine Thomas More'u Lordlar Kamarası başkanı ilan etti.
Başlarda kralın düşüncelerini paylaşan
Thomas More, zamanla kralın protestanlığa olan artan ilgisi ve kiliseye olan negatif
düşüncelerinden rahatsız oldu.
Kişisel olarak protestanlığı sevmiyor ve doğru bulmuyor, dönemin katolik kilisesini benimsiyor ve önemsiyordu. Protestanlığı eleştiren kitaplarıyla kral ile olan ilişkisini gerdikten sonra 1531'de krala bağlılık yemini etmeyi reddetti.
Daha sonra hastalığı bahane ederek 1532'de görevlerinden ayrıldı. 1533'de Anne Boleyn'in İngiltere Kraliçesi olarak ilan edildiği taç giydirme törenine katılmayı reddedince şimşekleri üzerine çekti.
Parlamentonun Anne Boleyn'i İngiltere'nin kraliçesi olarak ilan edebileceğini kabul etmesine rağmen, bağlılık yemini etmeyi reddetti. Çünkü bu Papa'ya karşı bir davranış olurdu. Bu yüzden tutuklandı.
Daha sonraları kralı kilisenin başkanı olarak görmediği yönünde bir yalan da önüne işlemiş olduğu bir suç olarak getirildi. Ölüm cezasına çarptırıldı. 6 temmuz 1535'de idam edildi.
Kişisel olarak protestanlığı sevmiyor ve doğru bulmuyor, dönemin katolik kilisesini benimsiyor ve önemsiyordu. Protestanlığı eleştiren kitaplarıyla kral ile olan ilişkisini gerdikten sonra 1531'de krala bağlılık yemini etmeyi reddetti.
Daha sonra hastalığı bahane ederek 1532'de görevlerinden ayrıldı. 1533'de Anne Boleyn'in İngiltere Kraliçesi olarak ilan edildiği taç giydirme törenine katılmayı reddedince şimşekleri üzerine çekti.
Parlamentonun Anne Boleyn'i İngiltere'nin kraliçesi olarak ilan edebileceğini kabul etmesine rağmen, bağlılık yemini etmeyi reddetti. Çünkü bu Papa'ya karşı bir davranış olurdu. Bu yüzden tutuklandı.
Daha sonraları kralı kilisenin başkanı olarak görmediği yönünde bir yalan da önüne işlemiş olduğu bir suç olarak getirildi. Ölüm cezasına çarptırıldı. 6 temmuz 1535'de idam edildi.
KAVRAM OLARAK UTOPİA
Ana Britanica’nın Ütopya maddesi şöyle ; “yaşayanlarına kusursuz bir düzen içinde var olma olanağı sağladığı kabul edilen ideal ülke”. Kelimenin çağrışımı ise, “olanaksız ölçüde idealist” reformcu görüşlere temel olmuştur(tabii buradaki idealizmi felsefi idealizmden ayırmak gerekiyor). Sözcük ilk olarak Sir Thomas More tarafından 1516 yılında telaffuz edildi. Terimi yunanca ou (değil) ve topos(yer) sözcüklerinden türeten More, olmayan yer anlamına gelen sözcüğü, bütünüyle akıl yoluyla yönetilen ortak mülkiyete dayalı bir kent devleti olarak betimledi. Yani, ütopya üretilmiş bir sözcük, ama kavramsallaşması ile birlikte, beklenmedik bir etki yaratmış. Gündelik konuşmalarımızda hayalcilik gibi kullanıyoruz bu sözcüğü, ama felsefi, siyasi ve ideolojik kuruluşları biraz farklı. Oralarda hayal ve gerçek birbirine karışıveriyor. En büyük ve etkili ütopyalar olarak, çok ya da tek tanrılı, cennet ve cehennem tasarımlı dinleri, bu hayal ve gerçek karışımı için örnek olarak göstermek mümkün.
UTOPİA
1.BÖLÜM:
Utopia’nın
kahramanı Raphael’dir. Raphael birçok yeri gezmiş görmüş bir maceraperesttir.
More, Anters kentine gittiğinde orada Peter Giles ile tanışır. Daha sonra Notre
Dame’da Peter Giles More’u bir gemiciyle tanıştırır. Bu gemici Portekizli,
Latince ve Yunancayı çok iyi bilen, gençliğinde varını yoğunu kardeşine bırakıp
dünyayı dolaşma sevdasına kapılan, America VESPUCI gibi Amerika kıtasını
keşfeden bir denizciyle kader birliği yapan Rapheal HYTHODAY dir. Bu
gezintileri sonucunda birçok yer görmüş ve bir ara denizde yollarını kaybedip
Utopia adasına düşmüştür. Orada beş yıl yaşar, daha sonra Avrupa’ya gelerek bu
muhteşem adadaki düzeni anlatmaya çalışır ve böylelikle hikâye başlamış
olur.
2.BÖLÜM:
Ütopia bir
adadır ve ada ay görünümündedir. Utopia
adasının 54 büyük ve güzel şehri vardır. Hepsinde aynı dil konuşulur. Aynı
töreler, aynı kurumlar, aynı yasalar yürürlüktedir. 54 şehrin hepsi aynı plan
gereğince kurulmuştur ve hepsinde bölge özelliklerine göre biçimlenen aynı
devlet yapısı vardır. Hiçbir şehir yasanın çizdiği sınırları artırma hevesine
düşmez. Halk kendini toprağın sahibi değil, çiftçisi, işçisi diye görür. Her
çiftçi birliğinde kadın erkek en az 40 kişi ve iki köle vardır ve her birinin
başında aklı başında bir kadın ve bir erkek bulunur. Her 30 çiftçi ya da aile
birliği bir philarch’ın yönetimindedir. Dönüşümlü olarak herkes çiftçilik
yapar ve ertesi yıl da kendileri başkalarını yetiştirir. Böylece çiftçinin
toptan acemi olması önlenirdi.
Utopia’nın
Şehirleri Ve Başkent Amaurote Üstüne
Utopia’da coğrafi özellikleri dışında bütün şehirler birbirine benzer. Onun için size herhangi bir şehri anlatabilirdim ama r Amaurote şehrini seçiyorum. Çünkü orası Millet
Meclisinin ve hükümetin bulunduğu yerdir.
Burada
evlerin rahatlığına
diyecek yoktur, hepsi temiz ve güzeldir. Her evin bir kapısı sokağa, bir kapısı
bahçeye açılır. Her iki kapı da bir dokunuşta açılacak kadar hafiftir.
Kilitler, anahtarlar yoktur. İsteyen girebilir. Çünkü evde hiçbir şey özel
değildir, ne varsa herkesin malıdır. Utopia’lılar ev bark konusunda ortaklık
ilkesine bağlıdırlar. Özel mülk düşüncesini kökünden yok etmek için her on
yılda bir ev değiştirirler ve herkesin oturacağı ev kura ile belli olur.
Şehirliler bahçelerine de büyük bir önem verirler.
Yönetim Görevlileri
30 aile her
yıl Philarch denilen bir baş seçerler. 10 philarch 300 aile ile birlikte baş philarch
denilen birinin buyruğu altındadırlar. 200 philarch halkın gösterdiği dört
adaydan birini gizli oyla başkan seçerler. Başkan zorbalığa kaçmadığı sürece
ömrü boyunca yerinde kalır. Baş philarchlar ise her yıl seçilirler ağır bir
neden olmadıkça da değiştirilmezler. Bütün öbür görevlerde bir yıllıktır. Baş
philarchlar en az üç günde bir başkanla birlikte toplanır memleket işlerini
görüşürler. Kamuyu ilgilendiren işler kurultayda üç gün tartışıldıktan sonra
karara bağlanır. Kurultay ve büyük halk toplantıları dışında bir araya gelip
memleket işlerini konuşmak ölümle cezalandırılan bir suçtur. Bu da başkanla baş
philarchların kolayca bir araya gelip halkı zorbaca yasalarla ezmeye ve rejimi
değiştirmeye kalkışmalarını önlemek için olsa gerektir.
Yüksek
kurultayın uyduğu şu kuralda anılmaya değerdir: bir öneri geldiği zaman hemen o
gün üstünde tartışılmaz. Tartışma gelecek toplantıya bırakılır. Böylelikle
kimse ilk aklına gelen şeyleri gelişi güzel ortaya atmaz ve halkın yararını
unutarak kendi düşüncesini savunmaya kalkışmaz.
Bilimler, Sanatlar, Uğraşlar
Daha öncede
belirttiğim gibi, Kadın erkek bütün Utopia’lılar usta birer tarımcı olmak
zorundadırlar. Bunun yanında herkes özel bir iş eğitimi görür. Başlıca
zanaatlar; dokumacılık, duvarcılık, testicilik, demircilik yada dülgerliktir.
Bütün adalılar bir örnek giyinirler. Yalnız kadınla erkeğin, bekârla evlinin kılıkları
değişir. Genel olarak herkes ana babasının zanaatında yetişir. Ama başka bir
zanaata heves ve yeteneği olan çıkarsa o zanaatla uğraşan başka bir aileye
evlatlık gider. Yirmi dört saatin yalnız altı saati işe ayrılmıştır. Her
sabah gün doğmadan, serbest ders saatleri vardır. Ütopia’da halk, az zamanda
bol ve kusursuz işler çıkaracak şekilde yönetilir, herşey düzenli ve bakımlı
olduğu için iş azalır. Utopia’da toplum kurumlarının amacı, her şeyden
önce, halkın ve bireylerin ihtiyaçlarını gidermek, sonra herkese bedenin
köleliğinden kurtulmak, düşüncesini özgürce işletmek, kafa yetilerini bilimler
ve sanatlarla geliştirmek için mümkün olduğu kadar çok vakit bırakmaktır.
Utopia’lılar için gerçek mutluluk işte bu düşünce gelişmesinin ta kendisidir.
Utopia’lıların Yaşayışları ve Karşılıklı İlişkileri:
Şehirlerdeki
nüfus sabit tutulur, artış olması halinde nüfusu daha az olan bir şehre
aktarılırlar. Tüm adada nüfus arttıysa boş bir bölgeye yeni bir şehir kurularak
bazı aileler buraya taşınır. Her şehir dört bölgeye ayrılmıştır. Her bölgenin
ortasında biri her türlü eşya, diğeri yiyecek maddeleri için olan iki pazar alanı
vardır. Tüm ortak üretim burada depolanır ya da sergilenir. Her ailenin
yöneticisi olan aile büyüğü ailesinin ihtiyacını buradan alır. Para ya da takas
kavramı yoktur, kimse ihtiyacından fazlasını zaten almaz. Yiyeceklerde öncelik hastanelerde yatan
yurttaşlara verilmiştir.
Her sokakta
halkevleri vardır, herkes evinde yemek yemekte serbest olduğu halde topluca
yemek pişen halkevlerinde toplanmayı tercih eder. Her halkevi otuz aile içindir.
Utopialıların Gezileri ve Başka Konular:
Bir yurttaş
herhangi bir nedenle başka bir şehre gezme amaçlı gitmek isterse philarchdan
izin alır. (bir çeşit vize) Ellerinde başkanın kendilerine izin veren ve
dönecekleri günü belirten bir mektubu bulunur. Bu izin kağıdı yoksa alacakları
ceza oldukça ağırdır. Gidecekleri her yerde kendi evlerinde olacakları için her
aradıklarını bulurlar. Gittikleri yerde bir günden fazla kalırlarsa kendi
zanaatlarında çalışmaya başlarlar. Utopialılar kendi içlerinde tek bir aile
gibidir. Şehirlerin eksikleri diğer şehirlerin bolluklarıyla giderilir ve bu iş
çıkarsız olarak yapılır. Gelecek yılın nasıl olacağı bilinmediği için
ihtiyaçlar iki yıl için karşılanır, ihtiyaç fazlası ürünler komşu uluslara
satılır. Bu ticaret yoluyla utopia’ya altın, gümüş, demir gibi değerli maddeler
girer. Bir savaş halinde utopialılar bütün paralarını tehlikelere karşı
kullanırlar. Tuttukları yabancı askerlere bol para verirler.
Dinsel
ilkelerin özeti şudur: ‘Ruh ölümsüzdür:
İyiliğimizi isteyen Tanrı onu mutlu olmak için yaratmıştır.
Ölümden sonra iyilik de kötülük de karşılığını gereğince görür. Akıl bizleri varlığımızı ve mutluluğumuzu borçlu
olduğumuz yüce tanrıyı sevmeye ve saymaya yöneltir. İnsan yaptığı iyiliklerin
karşılığını er geç görecektir. Utopialılar için herkesin iyiliğine çalışmaksa
bir dindir.
Köleler,
Hastalar, Evlenme Ve Çeşitli Başka Konular
Utopia’lılar,
bütün savaş tutsaklarını değil de, ancak silah elde yakaladıklarını köle
yaparlar. Köle çocukları, ya da başka memleketlerde köle olanlar, Utopia’ya
ayak basar basmaz özgür sayılırlar. Ama Utopia’lılar arasında ağır suç
işleyenler, kölelikle cezalandırılır. Bazen de başka ülkelerde ağır suçlar
işleyip ölüm cezasına çarptırılanlar, Utopia’da köle olurlar.
Hastalara
büyük bir sevgiyle bakarlar. Ama hastalık hem çaresiz hem de sürekli
acı ve sıkıntı veren cinstense, o zaman rahiplerle yöneticiler başka bir yol
tutarlar: Böyle bir hasta, hayatta artık hiçbir iş yapamadığı gibi, canlı bir
ölü olarak yaşamakla, hem başkalarına yük olur, hem de kendileri acı çekerler.
Bu dayanılmaz hastalıktan kurtulması (hayatı artık bir işkence olduğuna göre),
ölüme razı olması için, hastaya öğütler verilir. Böylece hasta yüreklenerek,
bir zindan, bir işkence olan belalı hayatından, ya kendi eliyle kurtulur, ya da
başka birisinin bu işi yapmasına bile bile katlanır. Ölmekle hiçbir şey
kaybetmeyeceği, acılarına bir son vereceği için, bunun akıllıca bir davranış
olduğunu söylerler. (ötenazi) Rahiplerle yöneticiler kurulunun iznini almadan
kendini öldüren ise, gömülme ya da yakılma haklarını yitirir. Ölüsünü pis bir
bataklığa atıverirler.
Kadınlar on
sekiz yaşından, erkekler yirmi iki yaşından önce evlenemezler. Utopia’da ancak
ölüm son verir evliliğe. Ama karıkoca birbirini aldatırsa, ya da eşlerden biri
dayanılmayacak kadar huysuzsa, durum değişir. Böyle bir derde düşen evliler,
yöneticiler kurulunun izniyle, eski eşlerini bırakıp, bir yenisini alabilirler.
Ama suçlu olan eş, hem ömrünün sonuna kadar rezil olur herkesin gözünde, hem de
bir daha hiç evlenemez. Anlaşmazlık halinde karı koca yöneticiler kurulunun
izniyle boşanabilir. Evlilik kurallarına bağlı kalmayanlar, en ağır cezaya
çarpılıp köle olurlar.
Utopia’lılara
göre, bir suçu tasarlamak, o suçu işlemekten farksızdır.
(!) İyi
eğitilmiş insanlara birkaç yasa yettiği için, pek az sayıda yasa vardır
Utopia’da. Utopia’lıların başka uluslarda en çok ayıpladıkları şeylerden biri,
sayısız hukuk kitabının ve yorumların bile yetmeyişidir. Bir insanın, ya
okumayacağı kadar çok, ya da anlayamayacağı kadar şaşırtıcı ve karanlık
yasalarla bağlanmasını, hak ve adalete aykırı bulur Utopia’lılar. Bundan başka,
hukuk işlerini kurnazca ele alan, hilelere başvurarak tartışan avukatların,
noterlerin, dava vekillerinin yeri yoktur Utopia’da. Herkesin kendi davasını
savunmasını, avukatın söyleyeceklerini doğrudan doğruya yargıca söylemesini
daha doğru bulurlar. Yargıç, hiçbir avukattan yalan söylemeyi öğrenmemiş bu
adamların sözlerini aklıyla tartar; safları, düzenbazların kötü niyetli ve
kurnazca dolaplarından korur.
Uzun süre
önce Utopia’lıların yardımıyla baskıdan kurtulan, hiç kimseye boyun eğmeden
özgür yaşayan komşu ülkelerin halkı, Utopia’lıların hukuk işlerindeki
ustalığını bilirler. Onlardan, bazen bir yıl bazen da beş yıl için yönetici ve
yargıç alırlar. Bir yargıcın çalışma süresi bitince; şerefler ve ödüller
bağışlayarak, onu Utopia’ya geri götürüp, bir yenisini alırlar yerine. Bu
sayede komşu ülkelerin kendi devlet işlerini çok akıllıca düzenledikleri su
götürmez. Çünkü bir devletin gelişmesi de, yıkılması da, o devleti yönetenlerin
ve yargıçların elindedir. Utopia’lılar, bir süre sonra kendi ülkelerine
döneceklerini, orada paranın hiçbir değeri olmadığını bildikleri için, rüşvet
alıp namus yolundan şaşmazlar. O ülkede yabancı oldukları, halkı tanımadıkları
için, ne kimseyi kayırırlar, ne de kimseye kötü niyet gösterirler. Oysa bu iki
şey, yani yargıçların adam kayırmaları ve para tutkusuna kapılmaları, bir
devletin en sağlam ve en güvenilir yanı olan adaletini yıkıverir.
Savaş Üstüne
Utopia’lılar
savaştan da vuruşmadan da pek hayvanca bir şey diye tiksinir, iğrenirler. Bütün öteki ulusların tersine, savaşta kazanılan şerefi şerefsizliğin
ta kendisi sayarlar. Savaşa yalnız
yurtlarını savunmak, dostlarının topraklarını düşmanlardan ya da zorbaların
boyunduruğu altında ezilen bir ulusu kölelikten kurtarmak, kendi güçleriyle
kurtarmak için girerler. Bunu da, sadece acıma duygusuyla yaparlar. Dostlarının
yardımına sadece onları savunmak için koşmazlar, zaman zaman da onlara daha
önce yapılmış kötülüklerin öcünü almaya giderler. Kanlı bir zaferin kazançları Utopia’lıları üzer, hatta utandırır; çünkü, parlak kazançları insan kanı pahasına
elde etmeyi büyük bir çılgınlık sayarlar. Onlar için en şanlı zafer düşmanı
oyun düzen gücüyle yenmektir. İşte yalnız o zaman büyük bayramlar yapar;
yiğitlikleriyle övünür, anıtlar dikerler. Onlar için yiğitlik düşmanını akıl
yoluyla yenmektir.
Zapolete
adı verilen komşu ülke halkı, çalışmak yerine para peşinde koşan bir halktır.
Utopialılar bu halkı; başka hiçbir işte kullanmadıkları para ile tutup
savaşlarda kullanmaktan kaçınmaz ve ölmelerinden kaygı duymazlar, çünkü bu
haydut halkın yeryüzünden silinmesinin insanlık yararına olacağına inanırlar.
Utopia’da Dinler
Utopia’nın
değişik bölgelerinde, hatta bir şehrin değişik yerlerinde çeşitli dinler
vardır. Kimi Güneş’e tapar, kimi Ay’a, kimi de başka bir gezegene. Ama Utopia’lıların büyük çoğunluğu ve en akıllıları, bütün bu
putları bırakıp, bir tek Tanrı bilirler. Bu Tanrı bilinmez, anlaşılmaz,
açıklanmaz bir varlıktır, insan zekâsının sınırlarını aşar, bütün dünyayı
bedeni, erdemi ve gücü ile kapsar. Bu Tanrı’ya
Baba derler. Her şeyin doğuşunu, çoğalışını, gelişmesini ve değişmesini ve son
bulmasını ondan bilirler. Utopia’lıların dinleri ne kadar değişik de olsa
hepsi şu inançta birleşirler: Dünyayı yaratan ve yürüten bir yüce varlık
vardır; bu varlığın adı Utopia’lıların dilinde Mithra’dır. Ne var ki, Mithra
herkes için aynı değildir.
Yazar bütün
bunları anlattıktan sonra utopialılara hıristiyanlığı ve İsa’yı anlattıklarını
ve utopialıların büyük bir hevesle bu dini kabul ettiklerini anlatmaktadır.
Her insan
Tanrı’nın kendi yaratıcısı, yöneticisi ve bütün iyiliklerin kaynağı olduğunu
kabul ve bunlardan ötürü ona şükreder. Tanrı’ya asıl şükrettikleri şeyse,
kendilerini en mutlu bir devlet ve en gerçek saydıkları din içinde dünyaya
getirmiş olmasıdır. Bununla beraber, Utopia’lılar, eğer kendi inançları
yersizse, Tanrı’ya daha hoş gelen başka bir din varsa, Tanrı’nın bunu kendilerine
sezdirmesi için yalvarırlar ve onun dileğine uymaya hazır olduklarını
bildirirler. Ama Utopia’nın devletinden ve dininden daha iyisi yoksa, o zaman
da Tanrı’dan onları sürdürmesini ve bütün insanları bu devletin ve bu dinin
yoluna getirmesini isterler. Utopia’da her şey herkesin olduğu için, ortak
ambarlar dolu olduğu sürece, kimse hiçbir şeyden yoksun kalmaz. Devletin geliri
hiçbir zaman haksızca dağıtılmaz.
Utopia’da
ne yoksula rastlanır ne dilenciye. Kimsenin hiçbir şeyi olmadığı halde, herkes
zengindir.
Görüyorsunuz
ki, para olmazsa herkesin hayatı kolayca sağlanabilir. Bize mutluluğun kapısını
açmak üzere bulunan ve Tanrı adına kutsal bir şeymiş gibi öne sürülen bu altın
anahtar, insanlara bütün kapıları kapatmaktadır. Zenginler bu gerçekleri bilmezler
mi? Bence çok iyi bilirler. Bilirler ki, bir sürü yararsız ıvır zıvır
biriktirmektense, iyi yaşamak için gerekli şeylerden yoksun kalmamak daha
iyidir; çuvallarla altına boğulmaktansa, bir sürü dertlerden, kaygulardan uzak
kalmak çok daha özlenir bir şeydir.
Utopia'da her türlü gözü doymazlık ve ayırıcılık tohumları onlara bağlı
bütün kötülüklerle birlikte sökülüp atılmıştır. Böyle olunca devlet bunca güçlü
ve mutlu ülkeleri yıkan iç kavgalardan uzak kalmıştır. Yurttaşlar içeride bu
kadar sağlam bir dayanışmayla birbirlerine bağlı olunca, böylesine bir birlik
kurunca, devlet dışarıdan gelecek bütün tehlikelere rahatça karşı koyabilir.
Böylesi bir devleti yabancı kralların ele geçirmek istemesi boşunadır.
Utopia'ya karşı bunu deneyenler çok oldu ve her seferinde yenilgiye
uğradılar."
Harika...tşkler. .
YanıtlaSilÇOK GÜZEL ANLATMIŞSINIZ TESEKÜRLER:)
YanıtlaSilçok ayrıntılı bir açıklama ilk defa aradığım bir şeyi tam manasıyla bulabildim teşekkürler.
YanıtlaSilBu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilteşekkürler çok güzel, emeğinize sağlık..
YanıtlaSil